Obezite aşırı vücut yağını belirten bir terimdir ve dünyada ciddi bir halk sağlığı sorunudur. Sosyal, davranışsal, kültürel, fizyolojik, metabolik ve genetik faktörlerin etkileşimi sonucu geliştiği düşünülmektedir. Hipertansiyon, dislipidemi, Tip 2 diabetes mellitus, koroner kalp hastalığı, inme, prostat ve kolon kanseri gibi hastalıklarla birliktelik gösterir. Aynı zamanda, obezite genetik ve çevresel etmenlerin etkileşimi ile oluşan kompleks multifaktöriyel kronik bir hastalıktır. Obezitenin eşlik ettiği ve tanı kriteri olarak sayıldığı önemli bir diğer hastalıkta metabolik sendromdur. Metabolik sendromlu kişilerde abdominal obezite, diyabet ve hipertansiyon sıklıkla bulunur ve laboratuar testlerinde hipertrigliseridemi, düşük HDL ile karakterize dislipidemi gözlenir. Glukoz ve insülin metabolizma bozukluğu, obezite ve özellikle de abdominal obezite, dislipidemi ve hipertansiyon gibi birkaç kardiyovasküler risk faktörü birleşimi 1988’den beri bilinen Sendrom X kavramını oluşturmuştur. İnsülin direnci ve hiperinsülinemi metabolik sendromu oluşturan kriterlerin altında yatan en önemli mekanizmadır ve Sendrom X’de kardiyovasküler hastalıklar için ciddi bir risk faktörüdür. Zaman içinde bu sendroma çeşitli isimler verilmiştir: ‘’metabolik sendrom’’, ‘’öldürücü dörtlü’’, ‘’plurimetabolik sendrom’’, ‘’insülin rezistans sendromu’’, ‘’dismetabolik sendrom’’.
Metabolik sendrom dünyada giderek daha fazla sayıda insanı etkileyen önemli bir morbidite nedenidir. Pandemiye doğru ilerleyen bu büyümede, hareketsiz yaşam tarzının benimsenmesi ve beslenme alışkanlığında değişmeler gibi çevresel etkenler yanında, kalıtımla gelen bazı özellikler de rol oynamaktadır. Yapılan çalışmalar, metabolik sendrom bileşenleri içinde insülin direncinin diğerleri üzerine etkisini ve patofizyolojideki kritik rolünü açığa çıkarmaktadır. İnsülin direncinin, obezite, hipertansiyon ve hiperlipidemi ile olan karışık ilişkileri hala tam aydınlatılamasa da, mevcut bilgiler ışığında, metabolik sendromun insülin direncinin boynuzları üzerinde taşındığını söylemek yanlış olmayacaktır.
METABOLİK SENDROMUN TANIMI
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 1998 yılında metabolik sendromu; diyabet, bozulmuş açlık glikozu, bozulmuş glikoz toleransı veya insülin direnci ile birlikte;
- Hipertansiyon (> 160/90 mmHg),
- Hiperlipidemi,
- Santral obezite
- Mikroalbuminüriden en az ikisinin olması olarak tanımladı.
Metabolik sendromun etyolojisi üç kategoride incelenebilir: Obezite ve yağ dokusu bozuklukları, insülin direnci ve bağımsız faktörler (vasküler, hepatik ve immünolojik kökenli moleküller gibi.
Sağlıklı yaşam konusunda hastanın eğitilmesi şarttır. Obezitenin tedavisi ve insülin direnci ile başa çıkılması ancak böyle mümkün olabilir. Obezite tedavisinde “gerçekçi hedef” ideal vücut ağırlığı değil, o anki vücut ağırlığının %10’unun kısa süreçte kaybedilmesidir. Diyet ve egzersizin çözüme ulaşmadığı durumlarda tercihimiz olan obezite cerrahisi ile hacimsel olarak meydana gelen kısıtlamaya bağlı diyetin hem yağ oranının hem de günlük kalori alımının kısıtlanması ile, metabolizma olumlu etkilenerek dengeli bir kilo kontrolü sağlanabilir.
Düzenli fiziksel aktivitede hedeflenen kiloya ulaşmayı kolaylaştırarak, bu kilonun korunmasında yardımcı olabilir. İnsülin direncinin kırılmasında egzersizin yararı konusunda çalışmalar mevcuttur. Yapılan bir çalışmada, egzersizin, GLUT-4 reseptörlerinin plazma membranına taşınması yoluyla, iskelet kasında glikoz transportunu arttırdığı gözlenmiştir.
Diyetisyen Hüsniye Rakipoğlu Odabaş