Obezite tüm dünya toplumlarını etkileyen bir hastalık olarak kabul edilmektedir. Obeziteye eşlik eden metabolik sendrom; bozulmuş glukoz toleransı, insülin direnci, dislipidemi ve bunu izleyen Tip II Diabetes Mellitus prevalansı her geçen gün giderek artan bir sorun haline gelmektedir.
İnsülin Direnci, insüline fizyolojik cevabın bozulmasıyla karakterize, giderek daha sık rastlanan bir metabolik bozukluktur. Günümüz toplumlarında özellikle sağlıksız beslenme, abdominal obezite, sedanter yaşam şekli ve genetik faktörler başta olmak üzere pek çok faktörün çeşitli mekanizmalarla insülin direncinin başlamasına ve gelişimine katkıda bulunduğu ve bununla ilişkili klinik tablolara zemin hazırladığı kabul edilmektedir. İnsülin direncinin, Tip2 diyabet gelişmesinin altında yatan primer defektlerden biri olduğu düşünülmektedir. Tip2 diyabetin yanında metabolik sendrom, iskemik kalp hastalığı, ateroskleroz ve hipertansiyon gibi bir çok hastalığın patogenezinde de önemli bir rol oynar. Hedef dokular , insüline uygun yanıt vermeyerek hiperglisemiye ve pankreatik beta hücrelerinden daha fazla insülinin sekrete edilmesine neden olurlar. Bu nedenle insülin direnci, birçok organ sistemini etkileyen ve ciddi metabolik defektlere yol açan kompleks hücresel bir bozukluktur. İnsülin rezistansına sahip hastalarda düşük HDL düzeyleri, artmış serbest yağ asidi düzeyleri ve hipertrigliseridemi mevcuttur. Obezite, insülin rezistansından kaynaklandığı gibi insülin resistansınada sebep olabilir. Kilo kaybı insülin rezistansını azaltır.
Adiponektinin insülin duyarlılığını arttırdığı ve düşük adiponektin düzeylerinin insülin direnci gelişiminde rol oynadığı düşünülmektedir. Obez tip 2 diyabetiklerde düşük olan adiponektin düzeyleri ağırlık kaybı ile artar. Adiponektin, özellikle beyaz yağ dokusundan üretilen ve insülin duyarlılığını arttırıcı etkisi olan bir proteindir. Adiponektin dokularda yağ oksidasyonunu arttırarak dolaşımdaki yağ asitlerini azaltır. Karaciğer ve kaslarda hücre içi trigliserid düzeyini azaltır. İnsülin direnci ve glukoz homeostazınde oynadığı düzenleyici role ek olarak anti-aterojenik ve antiinflamatuar etkileri de bulunmaktadır. Yapılan klinik araştırmalarda obezite, insülin direnci, dislipidemi ve koroner arter hastalığı olan bireylerde düşük serum adiponektin düzeyleri saptanmıştır.
Obezite Diyabete Nasıl Yol Açar?
Santral obezite, ağır hiperinsülinemi ve insülin direnciyle paralel seyreder. Obez bireylerde insülinin etkisi normal fizyolojik durumlardakine benzemez. İnsülin etkisinin başlamasındaki gecikme ile birlikte insülinin hızlı deaktivasyonu, oral glikoz yükleme sırasında ya da öğünlerde insülinin etkisini azaltarak hiperinsülinemiye rağmen insülinin etkisinde fonksiyonel bir yetmezliğe yol açar.
Obezitede, özellikle santral obezitede hiperandrojenizm ve kortizol hipersekresyonu vardır. Bu durum kaslarda ve karaciğerde insülin duyarlılığının azalmasına katkıda bulunur. Kortizol karaciğerde glikoz yapımını arttırır, kas dokusunda glikozun glikojen olarak depolanmasını azaltır, lipolizisi arttırır ve pankreasdan insülin salgılanmasını azaltır.
İnsülin fonksiyonel olarak yetersiz olunca obezlerde özellikle karında lipolizis belirgin olarak artar. Serbest yağ asitleri artışı sonucu karaciğerde glikoz yapımı artar, kas dokusunda glikoz kullanımı azalır ve pankreasın beta hücrelerinden insülin salgılanması azalır. Serbest yağ asitlerinin yüksekliği ve obezite süresinin insülin direnci ile pozitif ilişkisi vardır. Önce insülin direnci başlamakta sonra bunu yenmek için insülin salgısı artmakta ve sonunda insülin sekresyonu azalmaktadır. Sonuçta kas ve yağ dokusunun insüline yanıtı ve insülinle oluşan glikoz transportu azalır. Tüm mekanizmalarda oluşan defekler sonucu diyabete yatkınlık artar.
Obezite ve insülin direncini azaltabilmek için toplumun bilgilendirilmesi çok önemlidir. Özellikle abdominal bölgedeki yağlanma oranı yüksek olan bireyler, diyabet, kalp-damar, hipertansiyon vb. hastalık riskleri açısından daha sıkı takip edilmelidir.
Diyetisyen Hüsniye Rakipoğlu Odabaş