Kişinin vücudundaki yağ oranının kas oranından fazla olması, vücutta gereksiz yağ depolanması durumu obezite olarak adlandırılmaktadır. Başka bir deyişle bireyin vücut kitle indeksinin normal değerlerin üzerinde olması obezite varlığına işarettir. Günümüzün dünyasında insanların yaklaşık olarak üçte birinin obez olduğu bilinmektedir. Çağımızın en yaygın hastalıklarından birisi olan ve çocuk, büyük, genç, yaşlı herkesin muzdarip olduğu obezite; kişinin genetik özellikleri, yaşam ve beslenme alışkanlıklarından kaynaklanan bir rahatsızlıktır. Bunlarla birlikte çevresel, nörolojik, fizyolojik, biyokimyasal, sosyo-kültürel ve psikolojik çok sayıda farklı faktörler obezitenin ortaya çıkışında etkili olmaktadır. Çoğu obezite hastasının sadece yaşam ve beslenme alışkanlıklarını değiştirerek bu rahatsızlıktan kurtulabildiği göz önünde bulundurulduğunda, günümüzde bu kadar çok kişinin hala obez olması düşündürücüdür. Bu bağlamda obezitenin genetik özelliklerden etkilendiği kısmı bir kenarda tutulduğunda, kesinlikle önlenebilir ve tedavi edilebilir bir rahatsızlık olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle çocukluk döneminde hatta anne karnında edinilen beslenme düzeni kişinin kontrolünde olan ve değiştirilmesi kolay olan bir obezite faktörüdür.
Obezitenin oluşumunda etkili olan risk faktörleri
1. Yanlış ve dengesiz beslenme alışkanlıkları: Vücudun sağlıklı olabilmesi ve kendinden beklenen aktiviteleri yerine getirebilmesi için ihtiyaç duyduğu enerjiyi yeterli miktarda alıyor olması gerekmektedir. Bu bağlamda vücuda alınan enerjinin harcanan enerjiden daha fazla olması kişiyi obeziteye sürüklemektedir. Aşırı yağlı, tuzlu, hazır gıdalar tüketmek, düzensiz aralıklarla ve ihtiyaçtan fazla beslenmek, vücudun pasif olduğu gece saatlerinde yemek yemek obeziteye zemin hazırlamaktadır.
2. Yetersiz fiziksel etkinlik: Obezite kişinin vücuduna aldığı enerjiyi harcayamaması durumunda ortaya çıktığından, her birey günlük besinlerini eritebilecek kadar fiziksel aktivite yapmak durumundadır. Her bireyin spor salonlarında spor yapması ya da modern yaşamın yoğun iş temposunda spora zaman ayırması mümkün olmadığından obezite son yıllarda hızla artmıştır. Özellikle okulda saatlerce oturan, eve gelince bilgisayarın, akıllı telefonların başından kalkmayan, ancak sürekli hazır gıdalar atıştıran çocukların obez olmaları şaşırtıcı değildir. Aynı zamanda masa başında çalışan, merdiveni değil de asansörü kullanan, kısa mesafelere bile araçla giden yetişkinler için de durum çok farklı değildir.
3. İlerleyen yaş: Çocuklukta, gençlikte bireylerin metabolizmaları gayet hızlı çalışır ve alınan enerjinin çok daha hızlı yakılması mümkün olur. Ancak yaş ilerledikçe metabolizma yavaşlamakta ve dolayısıyla beslenme alışkanlıkları da bu paralelde düzenlenmelidir. Özellikle 40 yaş ve üzerindekilerin ara sıra diyetisyene başvurup vücut kitle indekslerini ölçtürmeleri ve o yaşlardaki doğru beslenme ile ilgili öneriler almaları doğru olacaktır. Aksi halde yaşlıların obez olma riskleri çok daha yüksektir. Obezitenin, farklı pek çok rahatsızlığa da zemin hazırladığı düşünüldüğünde durumun ciddiyeti çok daha net anlaşılabilmektedir.
4. Sosyo-kültürel etkenler: Toplumların yeme-içme alışkanlıkları farklılık göstermektedir. Bazı toplumlarda bol yağlı, tuzlu, kızarmış yemekler favori olmakla birlikte, bazılarında ise daha çok sebze ağırlıklı, zeytinyağlı besinler ağırlıklı olarak tüketilmektedir. Bununla birlikte sanayileşmiş, iş imkanlarının fazla olduğu toplumlarda ise ev yemeği yerine hazır gıdalarla beslenme kültürü yaygındır. İşte bu durumda düşük kalorili, sebze ağırlıklı beslenenlerde obezite görülme olasılığı düşükken diğer toplumlarda risk yüksektir.
5. Hormonsal ve metabolik etkenler: Kişinin hormonsal dengesi metabolizmanın çalışma gücünü ve aldığı enerjiyi harcama yetisini birebir etkilemektedir. Tedavi edilmeyen metabolik bozukluklar vücudun yağ depolamasına ve dolayısıyla obeziteye zemin hazırlayabilmektedir.
6. Genetik etkenler: Obeziteye sebep etkenlerin yaklaşık olarak % 30’unun genetik özelliklere dayandığı bilinmektedir. Aşırı kilolu ailelerin çocuklarına özel bir diyet uygulanmadığı sürece aşırı kilolu olma riskinin 2-3 kat daha fazla olduğu düşünülmektedir.
7. Psikolojik etkenler: Obezite ve psikolojik bozukluklar arasında doğru orantı olduğu bilinmektedir. Şöyle ki psikolojik açıdan çöküntüde olan kişilerin yemek yemeye eğilim gösterdiği ve aynı paralelde fazla yemekten dolayı obez olan kişilerin de psikolojileri bozulabilmektedir.
8. Düşük enerjili diyet uygulamak: Bireylerin kilo vermek için sık sık düşük enerjili, vücudun ihtiyacından daha az kalorili diyetler yapan kişilerin diyeti bıraktıkları durumda obez olma ihtimalleri çok yüksektir. Zira vücut ihtiyaç duyduğu enerjiyi alamadığında depolama eğilimine girer. Günlük 2000 kalori alması gereken kişi 500 kalori alırsa vücut sonradan ihtiyaç duyduğunda kullanmak üzere bu kaloriyi biriktirir. Bu sayede normal beslenen kişinin metabolizmasının yaktığı enerjinin çok daha azını yakar.
9. Sigara ve alkol kullanmak: Alkol kullanımı bireylerin beslenme alışkanlıklarının bozulmasına yol açmakta ve sindirim sistemi, merkezi sinir sistemi, beyin fonksiyonları üzerinde olumsuz etki göstermektedir. Alkolün besleyici bir değeri olmamakla birlikte kalori değeri yüksektir. Alkol tıpkı şeker gibi kişinin vücudunda direkt olarak enerjiye dönüşür ve alkolün yarattığı enerjiyi yakmak için yüksek efor sarf eden vücut, karbonhidrat ve yağları yakamaz. Bu sebeple de kişinin alkolle birlikte tükettiği tüm gıdalar vücutta yağ depolanmasına ve dolayısıyla da obeziteye yol açmaktadır. Sigara; kişinin metabolizmasının normal işleyişini ve beslenme alışkanlıklarını bozmaktadır. Ayrıca kişinin fiziksel etkinliklerini kısıtlayan sigara, kilo alımına eğilim yaratır.
10. Antidepresan kullanmak: Antidepresan ilaçların vücudun ağırlığını artırdığı ve obeziteye yol açtığı, psikiyatrik bozuklukları olanların kilo almaya eğilimli oldukları bilinmektedir.
11. Çocukluk döneminde dengesiz beslenmek: Beslenme alışkanlıklarının anne karnında ve de çocukluk döneminde oluştuğu bilinmektedir. Hamile olan kadınların yetersiz ve dengesiz beslenmeleri, anne karnındaki bebeğin vücudunun aldığı enerjiyi depolama eğilimi göstermesine sebep olmaktadır. Bu bağlamda bebeğin metabolizmasının çalışma düzeninin anne karnında oluşmaya başlandığı düşünülmektedir. Bunun yanında bebeklikte anne yeterli süre ve miktarda anne sütü alan bebeklerin ileriki yıllarda obez olma olasılıklarının anne sütü almayanlara oranla daha düşük olduğu bilinmektedir. Ayrıca anne sütünü tamamlamak üzere verilen ek besinlerin doğal ve besleyici olmaları da bebeğin metabolizmasının sağlıklı çalışmasına ve dolayısıyla obezitenin önlenmesine katkı sağlayacaktır. Tüm bunlardan yola çıkılarak bebeklere ilk 6 ay sadece anne sütü, iki yaşına kadar da anne sütüne ek olarak sağlıklı kaliteli besinler tüketilmesinin obezite riskini azalttığı bilinmektedir.
Obezite tedavisi
Obezite; kişinin yaşam aktiviteleri, beslenme alışkanlıkları, fizyolojik, genetik ve psikolojik özelliklerinin birlikte oluşturduğu bir rahatsızlıktır. Bu sebeple bu faktörlerden sadece birini devre dışı bırakmak obeziteyi tedavi etmeye, obeziteden kurtulmaya yetmez. Obezite tedavisi, disiplinler arası bir tedavi sürecidir, kişinin öncelikle yaşam ve beslenme alışkanlıklarını olumlu yönde değiştirmesi gerekmektedir. Obezite tedavisinde kullanılan ilaçlar ve cerrahi yöntemler bu yaşam alışkanlıklarının beraberinde faydalı olabilmektedir. Zira temel obezite tedavisi kişiye danışmanlık ve rehberlik yapılması aracılığıyla yaşam tarzının değiştirilmesini amaçlamaktadır. Bu şekilde hafif ve orta dereceli obezite vakalarının çoğunluğunda başarılı sonuçlar alınabilmektedir. Şiddetli ve morbid obez vakalarında ise çok düşük kalorili diyet uygulanması uygun görülür. Obezite tedavi yöntemlerinden birisi olan ilaç tedavisi tüm obez vakalarda başarılı olamamaktadır. yaşam alışkanlıklarının değişimi ile birlikte uygulanan ilaç tedavisi, genellikle diğer tedavi yaklaşımlarının fayda getirmediği vakalarda uygulanır. Cerrahi tedavi ise sadece morbid obez ve şiddetli obez vakalarında uygulanır. Cerrahi tedavi uygulanacak olan obez bireylerde, diğer tedavi yaklaşımlarının hiç birinin iyileştiremeyeceğinin biliniyor olması gerekmektedir.